Monoton Hayatın Gölgesinde: Kaçırılan Güzellikler ve Kaybolan İnsanlar
Bir sabah uyandığımızda hepimiz aynı sahneyle karşılaşıyoruz: İş, okul, ev… Koca bir üçgenin içinde, adeta bir zincire vurulmuşçasına dönüp duruyoruz. Bu tekrara teslim olmuş hayatlarımız, yaşamın gerçek anlamını gözden kaçırmamıza neden oluyor. Oysa biz, dünyaya yalnızca hayatta kalmak için değil, yaşamak için geldik. Ama ne yazık ki, hepimiz bu monoton döngünün içinde kaybolmuşuz.
“Monotonluk maratonu” |
Günümüzün en can sıkıcı gerçeği, çoğu insanın hayatını bir görevler listesi olarak görmesi. Sabah işe git, akşam eve dön. Hafta içi çalış, hafta sonu dinlenmeye çalış. Okulda notları topla, evde test çöz. Bir sonraki hafta da aynı sahne, aynı replikler. Bu döngüde kaç kez mutlu olduk, kaç kez gerçekten güldük? Kaç kere bir sabah uyandığımızda, “Bugün gerçekten yaşıyorum,” dedik?
İnsanlar bu rutin içinde hayatın güzelliklerinden uzaklaşırken, aslında kaybettikleri çok şey var. Gün doğumunu izlemek, bir çocuğun gülüşüne şahit olmak, bir şarkının içimize işleyen sözlerinde kaybolmak, bir dostla derin bir sohbete dalmak… Bu anlar, hayatın ta kendisi değil mi? Ama biz, sürekli koştururken, bu anların yanından fark etmeden geçip gidiyoruz. Monotonluk bizi esir almış, renklerimizi çalmış, bizi siyah-beyaz bir dünyaya hapsetmiş.
Monoton bir yaşam tarzı sadece bireyleri değil, toplumları da etkiliyor. Bu tekrarlayan döngüler, insanları mekanikleştiriyor; düşünceleri daraltıyor, duyguları köreltiyor. Sürekli aynı yolları yürümek, aynı yüzleri görmek, aynı konuşmaları yapmak… Ruhlarımızı körelten, bizi heyecansız, amaçsız bireylere dönüştüren bu düzen, toplumun da ruhunu kemiriyor. Yaratıcılığımızı, tutkumuzu, cesaretimizi kaybediyoruz. Düşüncelerimiz dar bir çerçevede sıkışıp kalıyor ve dünyaya farklı bir açıdan bakma cesaretini gösteremiyoruz.
Monotonluk, aslında kaçırılan fırsatların sessiz çığlığıdır. Kaçırdığımız o küçük anların, fırsatların, güzelliklerin… Hayatın tadı, rengarenk doğasında gizlidir, ama biz ona sırtımızı dönmüş, sabahın karanlığında işe gitmenin derdine düşmüşüz. Kendimize sormamız gereken bir soru var: Gerçekten yaşamak bu mu?Düşünüyorum da, hayat sadece iş ve sorumluluklardan ibaret olamaz. Hayatı dolu dolu yaşamak, her gün yeni bir şeyler öğrenmek, keşfetmek, hissetmek… Bu olmalı bizim rotamız. Ancak bu şekilde ruhumuzun özgürlüğünü bulabiliriz. Monotonluk zincirlerini kırıp, her sabah yeni bir güne uyanmanın heyecanını hissedebiliriz. Bu heyecanı yakalayabilmek için belki de biraz durup düşünmek, içimize dönmek ve hayatın gerçek anlamını bulmak gerekiyor.
Çünkü hayat, bir sabah işe yetişmeye çalışırken değil, bir anda derin bir nefes aldığımızda başlar. Yolda yürürken bir çiçeğe rastladığımızda, o çiçeği koklayabildiğimizde, bir dostla paylaştığımız kahkahada… Belki de, kaybettiğimiz şeyleri bulmamız için, kendimize bir şans vermemiz gerek. Bir adım geri çekilip, hayatı tekrar keşfetmeye başlamamız… Çünkü hayat, sadece iş, okul, ev üçgenine sıkışmayacak kadar güzel ve değerli.
Ve işte o zaman, gerçekten yaşıyor olacağız.
Hadi eyvallah…