Son yıllarda gençlerimizin içinde bulunduğu ruh hali beni fazlasıyla düşündürüyor. Gözlemlediğim kadarıyla, birçoğu gelecekle ilgili derin bir kaygı taşıyor, umutsuzluk hissi içinde boğuluyor ve hoşgörüden uzak bir yaşam tarzını benimsemeye başlıyor. Bunun nedenleri üzerine kafa yorarken, sosyal medyanın hayatlarımız üzerindeki etkisinin bu tabloyu büyük ölçüde şekillendirdiğini fark ediyorum...
“Bu Dünya” hayatı bir oyun ve eğlenceden ibarettir. |
Sosyal medya, her gün yeni bir hayat standardı, yeni bir güzellik algısı, yeni bir başarı tanımıyla karşımıza çıkıyor. İnsanların mutluluk pozları arasında dolanırken, arka planda neler yaşadıklarını sorgulamayı bırakıyoruz. Zira ekranın parlak ışıkları gözlerimizi kamaştırıyor ve o an, elimizdekiyle yetinememe hissini tetikliyor. “Ben neden böyle değilim?” ya da “Neden daha iyisini başaramıyorum?” gibi sorular, gençlerimizin zihinlerinde yankılanıyor. Bu durum, onları sadece umutsuzluğa değil, aynı zamanda hayata karşı bir öfkeye de sürüklüyor...
Ancak burada bir gerçeği unutmamak lazım: Sosyal medyada gördüğümüz o “mükemmel” yaşamlar, birer illüzyondan ibaret. Gerçek hayatta herkesin bir mücadelesi var, herkesin bir eksikliği var. Ancak bu mücadeleleri ya da eksiklikleri kimse paylaşmıyor. Herkes en parlak anlarını gösteriyor, en karanlık anlarını saklıyor. İşte gençlerimizin düşmesi muhtemel en büyük tuzak da bu: Görünenle gerçeği karıştırmak...
Elbette, sosyal medyayı tamamen kötülemek doğru değil. Doğru kullanıldığında öğrenmenin, iletişimin ve kendini ifade etmenin güçlü bir aracı. Ama gençlerimize, ekrandaki hayallerin gerçeği yansıtmadığını öğretmek zorundayız. Hayatı başkalarının çizdiği standartlara göre değil, kendi değerlerimize göre şekillendirmemiz gerektiğini anlatmalıyız....
Gelecek kaygısı bir nebze anlaşılır bir şeydir. Ekonomik şartlar, iş bulma zorlukları, belirsiz bir dünya… Bunlar hepimizin düşündüğü konular. Ama bu kaygıların bizi esir almasına izin veremeyiz. Gençlerimize, umutlu olmanın ne kadar kıymetli olduğunu, hoşgörünün ve sevginin hayatın temeli olduğunu hatırlatmamız gerekiyor. Çünkü gerçek anlamda “mutlu” bir gelecek, önce kendimizi ve çevremizi olduğu gibi kabul etmekten geçiyor...
Bu yazıyı bir çağrı olarak görüyorum. Gelin, gençlerimize daha çok destek olalım. Onlara, ekranın arkasında gördüklerinin yalnızca bir “an” olduğunu, asıl hayatın burada, gerçek dünyada olduğunu gösterelim. Çünkü bu ülkenin en büyük gücü gençlerdir ve onların umudunu kaybetmesi, hepimizin kaybı olur...
Unutmayalım: Birlikte daha güzel yarınlar mümkün.
Ama bunun için ilk adım, umutla bakmayı öğrenmek.
Hadi eyvallah…
0 Yorum:
Yorum Gönder
Teşekkürler