8 Kasım 2024 Cuma

Toplum bilinci

İnsanın duygu ve düşünceleri, toplumsal olaylarla şekillenen bir aynadır adeta. Yaşamımız boyunca, birey olarak hissettiklerimiz ve düşündüklerimiz, farkında olmadan toplumdaki dönüşümler, olaylar, krizler ve gelişmeler tarafından etkilenir, yönlendirilir, bazen de köklü bir biçimde değiştirilir. Toplumsal olaylar, yalnızca o an yaşanan bireysel duyguları değil, kolektif hafızayı da derinden etkiler ve bu etkileşim, toplumun ortak bir ruh halini, ortak bir tarihsel bilinci ortaya çıkarır.

Toplum bilinci


Düşüncelerimizin şekillenmesi, tarihin akışında pek çok örnekle karşımıza çıkar. Örneğin Fransız Devrimi, halkın “özgürlük, eşitlik ve kardeşlik” düşüncesi etrafında birleşmesine ve bu fikirleri toplumsal düzeyde bir hak olarak talep etmesine yol açtı. Devrimin tetiklediği güçlü duygular, bireysel isyanları bir kenara itip kitlesel bir başkaldırıya dönüştürdü. Bir bireyin, bir köylünün, bir işçinin yalnız başına özgürlük talepleri ne kadar güçlü olursa olsun, toplumsal bir harekete dönüşmedikçe karşılık bulması zordu. Ama bu devrimde, herkesin içindeki isyan kıvılcımı birleşti, büyüdü ve bir alev topuna dönüştü. Fransız Devrimi, duygu ve düşüncelerin bir toplumda nasıl kolektif bir bilinçle şekillenebileceğine dair en etkileyici örneklerden biridir.  
Toplumsal olayların insan psikolojisi üzerindeki etkisi bilimsel çalışmalarla da desteklenir. Sosyal psikolojinin kurucularından sayılan Gustave Le Bon’un Kitleler Psikolojisi adlı eseri, bireyin kalabalık içindeki davranış ve düşünce değişimlerini açıklamak için önemlidir. Le Bon’a göre, birey kitle içinde kendi kişisel bilinç seviyesini kaybeder ve kolektif duyguların etkisi altına girer. Bu durumda kişi, normalde yapmayacağı davranışları sergileyebilir ya da asla inanmayacağı düşünceleri benimseyebilir. Bu, toplumsal olayların bir bireyin kişisel değer ve düşüncelerini nasıl değiştirebileceğini gösteren bir açıklamadır. 

Tarihte, bireylerin yaşadığı derin travmaların nesilden nesile aktarılabileceği yönünde yapılan çalışmalar da bu durumu destekliyor. Örneğin, II. Dünya Savaşı sırasında Yahudi soykırımını yaşamış ailelerin torunlarında bile travma belirtilerine rastlandığı gözlemlenmiştir. Bu olgu, “epigenetik miras” kavramı altında açıklanıyor. Yani, travma ve stresin bireylerin genetik yapılarında değişikliklere neden olarak bu değişiklikleri gelecek nesillere aktarabileceği gösterilmiştir. Bir toplumun geçirdiği büyük acılar, sadece o dönemi yaşayan bireyleri değil, onların çocuklarını ve hatta torunlarını bile etkileme potansiyeline sahiptir. Duygu ve düşüncelerin toplumsal olaylardan nasıl etkilendiğine dair bu epigenetik yaklaşım, bireylerin yaşadıklarının gelecekteki kuşakların psikolojisini şekillendirdiğini gösterir. 

Toplumsal olayların yalnızca bireysel düşünceleri değil, aynı zamanda insanın umutlarını, hayallerini ve gelecek beklentilerini de köklü bir biçimde değiştirdiği gözlemlenir. Çöküş dönemlerinde umutsuzluk hâkimken, yükseliş dönemlerinde bireylerin düşüncelerinde umut ve güven artar. Bir toplum savaş sonrası dönemde travmalarla uğraşırken, o toplumun üyeleri geleceğe dair kaygılarla başa çıkmaya çalışır. Örneğin, Soğuk Savaş döneminde, Amerika ve Sovyetler Birliği gibi ülkelerde “gelecek korkusu” toplumun her katmanında hissedilmiştir. Bu dönemde nükleer savaş tehdidi, insanların düşüncelerine öyle bir yerleşmişti ki, birçok kişi günlük hayatında bu kaygıyla hareket ediyordu. Bu durum, sanat eserlerinde, sinemada ve hatta popüler kültürde dahi karşımıza çıkarak, insan psikolojisinin toplumsal olaylardan nasıl etkilenebileceğinin bir örneği olmuştur.
 
Toplumsal olaylar, insanların bireysel sınırlarını aşan bir etkiye sahiptir. Bir kişinin düşünceleri ve duyguları, içinde yaşadığı toplumdan ve o toplumun geçtiği tarihsel süreçlerden bağımsız değildir. Fransız Devrimi’nde özgürlük hayalleriyle yanıp tutuşan halk gibi, II. Dünya Savaşı’nın travmasını nesiller boyu taşıyan aileler gibi, biz de günümüzde toplumsal olayların etkisini içimizde hissediyoruz. Sosyal, psikolojik ve hatta biyolojik düzeyde yaşanan bu etkileşim, insanın bir “toplum varlığı” olduğunu, bireysel hislerinin bile toplumsal olaylarla şekillendiğini bize bir kez daha hatırlatıyor.

Hadi eyvallah…
Share:

0 Yorum:

Yorum Gönder

Teşekkürler